Belek Üniversitesi’nden Bülent Arınç’a fahri doktora

Antalya Belek Üniversitesi, 2024-2025 akademik yılına anlamlı bir törenle giriş yaptı. Üniversitenin Antalya kampüsünde gerçekleşen açılış dersi etkinliği, akademisyenler, öğrenciler ve davetlilerin katılımıyla tamamlandı.

Tören, saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından protokol konuşmalarıyla başladı. Antalya Belek Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Fadıl Sözen ve Mütevelli Heyet Başkanı Ekrem Çalkılıç açılış konuşmalarını gerçekleştirdiler.

Ardından Bülent Arınç konuşmasını gerçekleştirdi.

Arınç, Belek Üniversitesi’nin Türkiye’nin en genç üniversitelerinden biri olduğunu ve 2000 öğrencisiyle butik bir üniversite özelliği taşıdığını belirtti.

Parlamento Başkanlığı döneminde yürüttüğü parlamenter diplomasiyi hatırlatan Arınç, “İktidarımıza geldiğimizde Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizi seçmiştik. Bu süreçte parlamenter diplomasinin ne kadar önemli bir araç olduğunu görmüş olduk.” dedi.

Bülent Arınç, Türkiye’nin derin tarihî kökleri dolayısıyla Afrika başta olmak üzere birçok coğrafyada görev ve sorumlulukları bulunduğunu anlattı.

Arınç, Belek Üniversitesi’nin hem bugün hem de gelecekte ülkemiz için çok büyük hizmetler yapacağına gönülden inandığını söyledi.

30 yıl birlikte siyaset yaptığı Recai Kutan’ın vefatından dolayı duyduğu üzüntüyü dile getiren ve Milli Görüş camiası ve sevenlerine başsağlığı dileyen Arınç, konuşmasında şunları dile getirdi:

“Benim Belek Üniversitesi ile ilgili edindiğim bilgi en genç üniversitelerimizden birisidir. Antalya’da da bir ilk olma özelliğini taşıyor.
Önceleri AKEV Üniversitesi adıyla kurulan, sonra da isabetli bir kararla Belek Üniversitesi olarak adını değiştiren bir kurumdayız. Burası bir sektörel üniversite özelliğini taşıyor, bir butik üniversite özelliğini taşıyor, bence de böylesi çok doğru. Şu anda aktif olarak 2000 öğrencisi olduğunu biliyorum. Önemli fakülteleri var ve yüksekokulları var. Fakültelerinden şüphesiz hepinizin bildiği gibi Mühendislik Fakültesi’nde yazılım üzerine, İktisadi ve İdari Bilimlerde, Uluslararası Ticaret ve diğerleri üzerine, İnsani Bilimlerde, Sanat Tasarımı olarak içine aldığı pek çok bölüm ve fakültelerle hizmet ediyor, meslek okulları da var.”

Antalya’nın çekim merkezi olmasına dikkat çekti

Belek Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi bölümü olmasının dikkatini çektiğini kaydeden Arınç, gerekçesini ise şöyle açıkladı:

“Ben 5 yıl meclis başkanlığı, 7 sene başbakan yardımcılığı ama 25 yıl da milletvekilliği yaptım. Özellikle uluslararası toplantılar yapardık.
Bazen İKÖ adına, bazen İKÖ PEP adına, bazen KPO adına, bazen meclis başkanlığımız adına, onlara İstanbul’da yapacağız bu toplantıyı dediğiniz zaman hepsi koşarak gelirlerdi. Ankara dediğimiz zaman yarısı gelmezdi. Onun arasına Antalya’yı ekledik. ‘Antalya’yı düşünür müsünüz’ dediğimizde İstanbul’a gelenlerin %90’ı Antalya’ya da gelirdi. O yüzden en güçlü toplantıları biz Antalya’da yaptık. Buranın kapasitesi, konaklama imkanları, konferans ve büyük toplantılara ev sahipliği yapması. Mesela bir defasında bir güzel otelimizde yine Belek’te 454 delegenin katıldığı bir toplantı yapmıştık. Herkes hizmet olarak verilen hizmetten çok memnundu, kaliteden çok memnundu.
Eminim buradaki bütün otellerimiz hem yatak kapasitesiyle hem hizmet sektöründeki iddialı sunumlarıyla herkesin göz bebeğidir.
Antalya Allah’ın verdiği en güzel nimetlere sahip bir beldemizdir. Belek de onun neredeyse yüzakı olmuş bir yerimizdir.”

Annesinin de Serikli bir Girit muhaciri ailenin kızı olduğunu söyleyen Bülent Arınç, “Girit muhacirleriyle ilgili şu anda Side’de bir müze var. Ziyaret etmenizi salık veririm,. Eşimle beraber geçtiğimiz yıllarda bu müzeyi ziyaret etmiştik. Rahmetli annemden kalan tek emanet üzerinde ‘kan’ diye yazan ve tarihini gösteren bir kalaylı kaptı, onu da o müzeye hediye ettik. Çünkü herkes kendinden ailesinden bir şeyler hediye etmek istiyor.”

Arınç, Girit muhacirlerinin serencamını anlatan ve Çetin Tekindor’un başrolünde oynadığı “Dedemin Arkadaşları” filmini herkesin izlemesini tavsiye etti.

Eşinin de Çerkes göçü ile Türkiye’ye göçen bir ailenin kızı olduğunu ifade eden eski TBMM Başkanı, “Göç çok acıklıdır. Özellikle genç arkadaşlarımla rica ediyorum bu muhacirlik, bu göç hikayeleri mutlaka bilmemiz gereken yerlerdendir.” diye konuştu.

Parlamenter diplomasi vurgusu

21 yaşından bu yana siyasetin içinde yer aldığını belirten Arınç, Meclis Başkanlığı döneminde keşfettiği ‘parlamenter diplomasi’nin neden çok önemli olduğunu yaşadığı tecrübelere dayanarak şu şekilde anlattı:

“Ben o güne kadar doğrusu parlamenter diplomasinin ne anlama geldiğini duyardım ama içeriğini bilmezdim. O zaman 2002’nin 19 Kasım’ında yani birkaç ay sonra veya bir ay sonra meclis başkanlığına ilk turda büyük bir oyla seçildiğimde danışman arkadaşlarım bana “biz de parlamenter diplomasiyi yerine getirelim” dediler. Ne olduğunu da şöyle anladım. Hükümetler, bakanlar elbette diplomasiyi yani bildiğimiz diplomasiyi takip ediyorlar. Ama meclisler kamuoyunu temsil eder. Milletin seçtiği her ülke için böyledir. Onların temsilcilerinin buluştuğu yerdir. Kamuoyları ihmal edilmez, o Türkiye’nin vatandaşları ihmal edilmez. Onlarla ilişkiyi ancak parlamenter diplomasi yoluyla bulursunuz. İktidara geldiğimizde de kendimize hedef olarak Avrupa Birliği’ni seçmiştik. Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefimizde giderken, parlamenter diplomasinin ne kadar önemli bir araç olduğunu gördük. Neden? Çünkü meclis başkanları, muhatapları meclis başkanları veya senato başkanlarıyla, şimdi bizde senato yok ama Fransa’da var. Pek çok yerde senato İtalya’da mesela hala etkinliğini gösteriyor başka ülkelerde de. Onların milletvekilleri veya senatörleriyle Avrupa Birliği hedefimizi pekiştirmemiz lazımdı. Çünkü o zaman Angela Merkel bize karşı çıkıyordu, Fransa karşı çıkıyordu. Diğer ülkelerden daha yumuşak ilişkiler görüyorduk. Bu konuda araştırmaya girdiğimizde,
parlamentoların diplomasi konusunda çok fazla görev almadıklarını gördük. Mesela Almanya’da o zaman için söylüyorum, en az 3 milyon insanın yaşadığı, yani Türk olarak vatandaşımız olarak bilinmesine rağmen, bizim meclis başkanımızla Almanya Federal Meclisi (Bundestag) başkanı arasında 11 yıldır hiçbir görüşme yapılmadığı ortaya çıktı. Avrupa Birliği’ne aday ülkeydik, sonra müzakere tarihini aldık. Budapeşte’de de yapılan Avrupa parlamento başkanları toplantısına, ben yedincisinde katılabildim. Benden önce 6 toplantıya Türkiye’den, idare amiri olarak gösterilen birkaç kişi gitmişti ama meclis başkanı veya başkan vekili  hiç kimse gitmemişti.
Yanlışım olmasın, idare amiri olarak gösterilen birkaç kişi gitmişti. Avrupa parlamento başkanları “Türkiye nerede” dedikleri zaman büyükelçilerin boynu bükülüyordu. Avrupa Parlamentosu Başkanı, “Türkiye ilk defa bu toplantıya katılıyor, kendilerine teşekkür ediyoruz” dedi. Bu önemliydi. Çünkü Almanya’da, Fransa’da, İtalya’da, Portekiz’de, İngiltere’de o zaman şüphesiz Avrupa Birliği üyesi ve diğerleri de bizim için çok önemliydi. Çünkü Türkiye’ye karşı bakış açılarını değiştirmemiz gerekiyordu.”

“Avrupa Birliği’ni büyük bir kabahat olarak görüyorduk”

2000 ve 2001 ekonomik krizleriyle gittikçe çökmüş ve siyasetin itibar kaybettiği bir ülkeyi teslim aldıklarını kaydeden Arınç, iktidara gelmeden önce de genel başkanlarının ve parti yöneticilerinin Avrupa’ya, Amerika’ya ziyaretlere gittiklerini ifade etti.

Arınç, “Ön yargıları kırmak adına kendilerini tanıttılar, hedeflerini ortaya koydular. Beş yıl meclis başkanlığım ve arkasından diğer görevlerim sırasında 2 kraliçe, 1 kral, 25 cumhurbaşkanı, 34 parlamento başkanı Türkiye’yi ziyaret etti. Eskiden Türkiye’nin yerini göstermekte zorlanan bu insanlar, Türkiye’yi bir cazibe merkezi olarak gördüler. Hep ekonomik gelişmeler, hem siyasal gelişmeler, hem de Avrupa Birliği hedefinde koyduğumuz ölçütler onları çok memnun etti. Milli Görüş geleneğinden gelmiş bir insan olarak itiraf etmeliyim ki, biz o zamanlar Avrupa Birliği’ne karşıydık. Avrupa Birliği’ni büyük bir kabahat olarak görüyorduk. Onu takdir edenler veyahut da onunla birlikte iş yapmaya çalışanlara kötü gözle bakılan bir zamandı. Ama biz yeni partimiz ve iktidarımız da buradan ayrıldık ve dedik ki ‘Avrupa Birliği bizim için çok önemli bir hedeftir.’ Niçin? Bu bir kara sevda değil. Bunun iki tane kriteri var, birisi Kopenhag kriterleridir, siyaset ve hukuk kriterleridir. O kriterlere baktığımız zaman bizim de istediğimiz bu zaten. İkincisi Maastricht Kriterleri, yani ekonomik kriterlerdir.
Gelir gider durumu, büyüme hızı, bütçenin durumu vesaire, paranın kıymeti diğerleri. Elbette bizim de istediğimiz bu. O zaman ortak hedeflere, hukukun üstünlüğüne özellikle, çünkü Türkiye ve dünya bir zamanların kanun devletinden, bir zamanların polis devletinden sonunda hukuk devletine evirilmişti ki,  Anayasamızda devletin temel nitelikleri içerisinde bunu rahatlıkla görebiliyorsunuz. Şimdi hukukun üstünlüğü zamanı, biz artık buna talip olmalıyız.”

“Bunları açıkça ifade etmek zorundayım” diyerek ifade özgürlüğüne özel vurgu yapan Bülent Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çok özgürlükler var, seyahat özgürlüğü var, mal edinme mülkiyet özgürlüğü var, şu var bu var ama bütün özgürlüklerin bileşkesi de ifade özgürlüğü. Yani bugün özlemini çektiğimiz ve ifade özgürlüğü ah neredeydi, eskiden ne kadar güzeldi diyebileceğimiz bir noktaya geldik. İfade özgürlüğü bütün özgürlüklerin bileşkesidir. O olmadan hiç kimse kendisini, düşüncelerini yazıyla, sözle, karikatürle vesaireyle ortaya koyamıyor. Özgürlüğü ne kadar kısıtlarsanız ülkenin diğer bütün gelişmeleri de duruyor. Ekonomideki sıkıntının bile ana sebebi ifade özgürlüğü ve hukuk devletinde geriye gidiştir. Bunları açıkça ifade etmek zorundayım. Bu partili, partisiz insanların işi değil. Memleketini seven, milletini seven insanların bu eksikliği gösterdiği konulardır.”

“Meydan okumak diplomasinin dili değildir”

Türkiye’nin uzun diplomatik faaliyetleri sonucunda Ekim 2005’te müzakere tarihine başladığını hatırlatan Arınç, diplomaside üslup ve yaklaşımın önemine şu sözlerle dikkat çekti:

“Meydan okumak diplomasinin dili değildir. ‘Gelirim haa, gece mi gündüz mü belli olmaz’ diye naralar atmak diplomasinin işi değildir. Mutlaka burada anlaşmak, insanlara saygı göstermek, o ülkeye saygı göstermek, o ülkenin çizdiği yollara saygı göstermek. Paylaşmayabilirsiniz ama saygı göstermek zorundasınız. Kavgacı nefret dolu bir dille, ayrıştırıcı bir dille diplomasi yapılmaz. Bunu fiilen icra etmeye çalışmış bir arkadaşınız olarak söylüyorum.”

Türkiye’nin eski büyükelçilerinin bir kısmına “monşer” denilerek istihza edilmesini ayıpladığını söyleyen Arınç, pek çok uluslararası toplantının sonuç bildirgesinde ortaya çıkan krizlerin büyükelçilerin iki tarafın da rıza göstereceği formüller bularak çözdüklerini ifade etti.

“Diplomasi konusunda da biraz gerilerde kaldığımızı itiraf etmeliyiz”

Ermenistan’la diplomatik bir ilişki halen kurulamadığını, 2009’da ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın nezaretinde Türkiye’nin de müdahil olduğu bir diplomasi sonucu “Ermenistan’la Azerbaycan arasında bir barış anlaşmasına da imza atıldığını ancak Ermenistan’ın sonradan bu anlaşmadan çekildiğini hatırlatan Bülent Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ama bunları bir araya getirebilmek bile bir başarıydı. İsrail’le Suriye arasındaki doğrudan görüşmeler bile başlatılmıştı o dönemde.
Türkiye güçlü bir ülkeydi, tarihten gelen misyonu vardı ve ara buluculuk rolündeydi. Yani iki tarafında kabullenebileceği, ortaya bir mesele koyduğu zaman bu konu üzerinde rahatlıkla paylaşabileceğimiz çok güzel örnekleri bir araya getirebiliyorlardı. Keşke o daha da devam etseydi ama son yaşadığımız gelişmelerle bu diplomasi konusunda da biraz gerilerde kaldığımızı itiraf etmeliyiz. Her şey yeniden başlayabilir.
Benim kitabıma da aldığım bir kelime var. Hiçbir şey bitmedi, her şey yeniden başlıyor. Yeri geldiği zaman elbette tavır değişikliği, strateji değişikliği, üslup değişikliği de yapılabilir.”

“‘Komşularla sıfır sorun’ politikasında önemli mesafe alınmıştı”

Kamran İnan’ın Japonya’nın 2. Cihan Harbi’nden sonra nasıl kalkındığını gösteren, “Hayır Diyebilen Japonya” kitabını “Hayır Diyebilen Türkiye” olarak kaleme aldığını hatırlatan Bülent Arınç, kitabın mutlaka okunması gereken bir kitap olduğunu söyledi.

Dış politikadaki temel hedefin ülke çıkarları olduğunu belirten Arınç,  “Türkiye’nin çıkarı nerede?” diye sordu.

Tecrübeli siyasetçi sözlerine şöyle devam etti:

“Bunu önce bir düşüneceğiz ama karşımızdakiyle uzlaşmak zorundayız. Yani menfaatlerimiz ve çıkarlarımız hangi noktalarda uyuşuyorsa o noktalarda yol alabiliriz. Adeta böyle nas haline gelmiş, kesin kabullerden uzak, hani kırmızı çizgiler falan demeden biz nasıl uzlaşabiliriz, çıkarlarımız nasıl örtüşebilir, bu konu üzerinde çaba göstermek lazım, şüphesiz her ülke kendi çıkarını düşünecektir. Bunların daha yakınlaşması, birbiriyle örtüşmesi. Biz bu konularda bazı temel hedefler yaptık. Mesela ilk hedefimiz, komşularıyla sıfır sorun bir Türkiye.
Hem güney komşularımız hem kuzey komşularımız hem doğu hem batı komşularımızla bu konuda özellikle bir başarılı noktaya da gelmiştik.
Sonra dışımızdaki cereyan eden olaylara bizim bakış açımıza biraz mesafenin açıldığını düşünüyorum. Ama komşularla sıfır sorun meselesi her ülkenin mutlaka çevresiyle dost olmasını gerektiren bir hedeftir. İkincisi şüphesiz bulunduğumuz coğrafyada üstlendiğimiz görevler var.
Yani güneyimizdeki Ortadoğu diyelim, Suriye’den başlayarak Mısır’a, Suudi Arabistan’a, emirliklere kadar giden yüzlerce yıl. Mesela Sudan’a gittiğim zaman, “300 sene sizin bayrağınız altındaydık” dediler. Cezayir’e gittiğim zaman, “300 sene sizinle birlikteydik” dediler. Kuzey Afrika’sıyla Ortadoğu’suyla Afrika’nın yine kuzeyi ve ortası ile Osmanlı coğrafyasından kalan ikili ilişkiler bizi güçlü hale getirmişti. Çünkü biz bir imparatorluk bakiyesiyiz. Nevzuhur, Hüdainabit kabilinden bir ülke değiliz. Yüzyıllardır tarihin derinliklerinden geliyoruz. Bunu hamaset olsun diye söylemiyorum. Bunu bir gerçeği ifade etmek için söylüyorum. 1683’ten Viyana muhasarasından sonra gittikçe gerilemeye başlamış. 1910’larda 11’lerde toprak kaybetmeye başlamış. Göçler dolayısıyla ayrı bir coğrafyaya bürünmüş, 20 milyon kilometre kare topraktan bugün elimizde mendil kadar Anadolu’ya sıkışmış bir coğrafyayı kastediyorum. O yüzden ben gençlerimizin özellikle yakın tarihi açısından tekrar bilgilenmelerini, mutlaka biliyorlardır ama bilgilerini tazelemelerini isterim.”

2009-2011 arasında Türkiye Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi temsilciliğine aday olduğunu hatırlatan Arınç, ilk turda 192 ülkenin 158’inin oyuyla daimi geçici üyeliğe birinci sırada seçildiğini ancak beş sene sonra ikinci defa aday olduğunda ise nal topladığını hatırlatarak, “Aradaki konjonktür farkı Türkiye’nin bu noktada nasıl bir netice aldığını acı olarak gösteriyor. Afrika’nın tamamı bize oy vermişti. Çünkü onlar mazlum milletleri olarak bizim onların hakkını gözeteceğimizi, bir beyazın kendilerini kucaklamaları karşısında duydukları o güzel duyguları ifade ediyorlardı.” diye konuştu.

Güçlü ve itibarlı bir Türkiye’nin buralarda her türlü noktalarda kendisine bir yer bulacağını ifade eden Bülent Arınç, bunun yolunun da barışçıl diplomasiden geçtiğine dikkat çekti.

Diplomaside iyi derecede yabancı dil bilmenin önemli olduğunu söyleyen Arınç, espri yeteneğinin de diplomasideki önemine dikkat çekerek özel dostlukların diplomatik görüşmelerde sonuç almada etkili olduğunu yaşadığı bazı tecrübelerle anlattı.

“Üniversitelerden biz ne kadar sonuç aldık?”

Belek Üniversitesi’nin öğrenci sayısını çok fazla arttırmaması ve bir butik üniversite olması önerisinde bulunan Arınç, “Çünkü ben şunda da bir öz eleştiri yapıyorum. Benim de Başbakan Yardımcılığım zamanında yeni üniversiteler kuruldu. O zamanki iddia Türkiye’de bütün illerde bir üniversite açmak. Hakkari’si, Şırnak’ı, Iğdır’ı vesairesi de dahil olmak üzere. O günkü hava içerisinde buna bir itiraz edemedik. Her yerde üniversite açıldı, üniversite sayısı 1’den 81’den şu kadara yükseldi. Ama bu üniversitelerden biz ne kadar sonuç aldık? Öğretim üyesi, öğretim elemanları, öğrencinin akademik tecrübesi veya bilgisi ne oranda yerini buldu bundan çok emin değilim. Bu işin bir muhasebesinin yapılması lazım.” diyerek ‘her ile bir üniversite’ politikasının çok doğru bir yaklaşım olmadığını söyledi.

“Vakıf üniversiteleri de pıtrak gibi bitmeye başladı”

Türkiye’de özel üniversite olmadığını ancak vakıf üniversiteleri olduğuna işaret eden Bülent Arınç, bu konuda da çarpıcı uyarılarda bulundu.

“Vakıf üniversiteleri de pıtrak gibi bitmeye başladı.” diyen Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Güzel bir şey diyeceksiniz. Bir vakıf var, bir de onun üniversitesi var. İyi ama bunların bir kısmı ticari amaçlarla kuruluyor. Öyle üniversite var ki başında olan zenginin her gün portreleri bir tarafları süslüyor. Kardeşim ben senin üniversiteni görmek istiyorum ya seni görmek istemiyorum. Sonda amacına ulaştı, bir yerden milletvekili oldu. Ayıptır. Filan üniversitenin akademik gücü, verdiği bilgi ve öğrencilerin kabiliyetleri, kapasiteleri. Bu yüzden Belek Üniversitesi, bir vizyoner üniversite olma yolunda. Ben başarılar diliyorum. Ama 5 bini geçmeyecek şekilde öğrenci sayısını sınırlayın bence.”

Kendisinin vakıflardan sorumlu olduğu dönemde iki tane vakıf üniversitesi kurduklarını söyleyen Arınç, “Birisi Bezmalem Üniversitesidir. Sağlık Bilimleri üzerine İstanbul’da kurulmuştur. Bir diğeri de Fatih Sultan Mehmet Üniversitesidir. O da sosyal bilimler alanında, mimari vesaire alanlarda kurulmuştu. Biz bu özelliklerinin dışına çıkmaması için özel çaba gösterdik.” dedi.

Bülent Arınç’a fahri doktora

Açılış töreninde TBMM 22. Dönem Başkanı Bülent Arınç’a, siyaset alanında yapmış olduğu hizmetler, ülke ve dünya çapında topluma olan katkısı ve ülke gelişmesine katkı sağlayan uzman, öncü, güvenilir ve saygın kimlikte bulunmasından dolayı Belek Üniversite’si Senatosunun almış olduğu karar ile Fahri Doktora unvanı verildi.

Tören’e iş dünyasından da birçok misafir katıldı. Program Bülent Arınç’a plaket takdimiyle sona erdi.

Comments

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir